2010/56 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile Saydamlığın Artırılması ve Yolsuzlukla Mücadelenin Güçlendirilmesi Stratejisi (2010-2014), 22 Şubat 2010 tarihli resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe konulmuştur. (1) Yolsuzluğun, kamu gücü ve kaynakları ile özel kuruluşlardaki görev, yetki ve kaynakların toplumun zararına olarak özel çıkarlar için kullanılması olarak tarif edildiği karar ekindeki belgede, temiz toplum yapısını tehdit eden yolsuzluklarla mücadele bir toplum projesi haline getirilerek, eğitim ve medya kurumlarında süreklilik arz edecek şekilde gündemde tutulmasını sağlayacak tedbirlerle desteklenmek suretiyle, merkezi idarede, yerel yönetimlerde, sivil toplum kuruluşları ile özel sektör kuruluşlarında alınan ve alınması gereken önlemlere yer verilmiştir.
Belgede son yıllarda yolsuzlukla mücadele alanında, kamu kaynaklarının israf edilmesini önleyen, ekonominin adil işleyişin önündeki engelleri kaldırandüzenlemelerden, kamu ihalelerinde açıklığın ve rekabetin sağlanması, kamu bütçelerinin iç kontrol ve denetiminin uluslararası standartlarda yapılması, bilgi edinme hakkının geliştirilerek medya organlarının ve kişilerin kamuya ait bilgilere daha kolay ulaşabilmeleri, kamu görevlilerinin etik davranış ilke ve standartlarının belirlenmesi, sivil toplum kuruluşlarına yönelik olarak dernek ve vakıfların kuruluşları ve faaliyetleri ile denetimlerindeki kısıtlamaların kaldırılarak yersiz kamusal güç ve kaynak kullanımlarının önlenmesi gibi alanlar ile her türlü yolsuzluk ve kaçakçılıkla mücadelede ceza kanunlarının etkinliğinin artırılmasında, bankacılık, sosyal güvenlik ve yabancı yatırımları ile ilgili mevzuatta yapılan değişiklikler belirtilerek, bundan sonra yapılacak işlere dair açılan (18) başlıkta kamu denetimlerinin etkinleştirilmesi, sivil toplum kuruluşları ile özel sektör kuruluşlarında saydamlığın artırılması ve yolsuzlukların önlenmesiiçin alınması gereken tedbirlerin tespit çalışmalarının başlatıldığı belirtilmiştir.
Bu yazıda özel sektör kuruluşlarında saydamlığın artırılması ve yolsuzluğun önlenmesi için alınabilecek tedbirlerin bir kısmı hakkında önerilerde bulunulmuştur. Özel sektör kuruluşları, girişimci güç ve kabiliyetleri ile refahın ve gelişimin dinamikleri olarak el üstünde tutulurken, kurucularına, çalışanlarına ve faaliyet konuları itibariyle alım satım ilişkilerini sürdürdükleri kesimlere ve devlete karşı görev ve sorumlulukları giderek kurumsal, doğal çevre ve toplumsal sorumluluk kavramlarını da kapsayacak şekilde yeniden tanımlanmaktadır. İşletmelerin bu görev ve sorumluluklarının denetlenebilmesi için sağlanacak saydamlıkla, hem işletme içi yolsuzlukların önüne geçilecek, hem de tasarruf edilen ülke kaynaklarının etkin bir şekilde amaçlara tahsis edilmesi sağlanacaktır. Ancak öncelikle işletmelerde saydamlık sağlanacak veya artırılacak hususlar ve engeller tespit edilmelidir.(2)
Gizlilik ve Ticari Sır Tanımlarının Kapsam ve Sınırlarının Yeniden Değerlendirilmesi
Saydamlık, aydınlatılacak alanlarla sağlanabileceğinden hemen ilk adımda karşımıza karartılmış alanların varlığını kabul eden ticari sır kavramı çıkmaktadır. Halen tasarı halinde bulunan ticari sır, banka sırrı ve müşteri sırrı hakkında kanun kapsamında, aydınlatılması halinde kişilik haklarının zarar göreceği hususlarla, aydınlatılamayan alanlar sebebiyle gerek yolsuzluklarla, gerekse kamusal kayıplarla yol açılan olumsuzlukların kesiştiği alanların belirlenerek dengeli bir uygulama sağlanmalıdır.
Bu çerçevede “ticari sır” kavram ve kapsamı yeniden değerlendirilerek, işletmelerin ortaklık yapıları ve faaliyet konuları itibariyle tescile bağlı hususlardaki bilgilenmenin nitelik ve nicelik olarak arttırılması suretiyle kurucuların ve ortakların ortaklık payları ve tutarları ve bunlardaki değişikliklerle birlikte, ortakların ticari tecrübe ve birikimlerinin, faaliyetlere ilişkin izin, yeterlik, ruhsat, kapasite, tescil, muafiyet, teşvik belge ve bilgilerinin, bayilik, acentelik, temsilcilikler ve bağlı diğer ilişkilerde ana firma ve gerçek kişilere ulaşıncaya kadar ortaklık zincir bilgilerinin, Kullanılan patent, marka, telif hakları gibi maddi olmayan hak ve mükellefiyet bilgilerinin, işletmeye ait gayrı menkullerin tapu bilgilerinin, üçer aylık faaliyet sonuçlarını gösteren bağımsız denetimden geçmiş mali tabloların ve taraf olduğu davaların davacısı, davalısı ve konusu ile sonuçlarının gizlilik kapsamından çıkarılarak kamuya açıklanması ileri bir adım teşkil edecektir.
Halen vergi levhası uygulaması ile kamuya açıklandığı kabul elden bilgilendirmenin de kapsamı ve yöntemi yeniden düzenlenmelidir. Vergi levhası kapsamına resmi/özel bütün iktisadi işletmeler, sivil toplum kuruluşları da alınmalıdır. Kurumlar/gelir vergi matrahı, matrah oluşmamışsa indirim sebebi ve zarar tutarı belirtilmeli, aylık KDV-ÖTV-BSMV ve Muhtasar beyan icmalleri de, kapsama alınmalıdır. Çalışan sayısı ve bunlara yapılan brüt ücret ödemeleri toplamı ile bu ödemelere ait gelir vergileri, sosyal güvenlik prim tutarlarına da yer verilerek, bu bilgiler bağımsız denetimden geçmiş mali tablolarla birlikte hem firmaların internet sitelerinde, hem de bu bilgilerin tescil edildiği merciler tarafından elektronik ortamlarda kamuya açıklanmalıdır.
Kayıt Dışılık
Saydamlığın önündeki engellerden ikincisi kayıt dışılıktır. Saydamlığın sağlanabilmesi için faaliyetlerin gerçek şekli ile kayıt altına alınması ve kayıt dışına çıkma eğilimlerinin önlenmesi gerekmektedir. Toplumda kamu adına alınan paylarla ilgili düzenleyici mevzuatın makul ve âdil olduğuna dair ekonomik muhayyile işlemlerin kayıt altına alınabilmesinin sınırlarını tayin etmektedir. Bu muhayyiledeki vergi düzenlemelerine karşı oluşan direnç bariyerlerinin bugünden yarına aşılması mümkün olmamakla birlikte, İşletmelerde saydamlığın artırılması için, kayıtlı işlem yapmanın önündeki engellerin kaldırılarak, kayıt dışının caydırılması, denetimi ve müeyyidesi ile ilgili ihdas edilecek düzenleyici kural ve işlemler açık, çelişkisiz ve uyum içerisinde sevk ve idare edilmelidir. (3)
Asıl amaç özel sektör kuruluşlarında işlemlerin,
gerçek işlem değerleri üzerinden kayıtlara alınması ve bu kayıtlar üzerinden denetlenmesinin sağlanmasıdır. Her ne sebeple olursa olsun tamamen kayıt altına alınamayan işlemler sebebiyle
ikinci bir kayıt ortamı oluşmakta ve böylece hem mali mevzuatın en ağır müeyyidelerden birinin konusunu teşkil eden
çift kayıt tutma suçu yaygın olarak işlenmekte hem de zemin yolsuzluklar için uygun bir ortam teşkil etmektedir.
Sırf işletmelerin içine düşürüldükleri bu vahim ortamın ıslah edilebilmesi için, bütçe uzmanlarının hemen kâğıda kaleme sarılarak, “KDV de bir puan, on üç milyar”, “asgari ücret seviyesinde bir vergi muafiyeti yirmi üç milyar” gibi hesaplarla, memleketin kayıt düzeninin ıslah edilmesinin önüne geçmelerine itibar edilmemelidir. Zira ekonomide gerçek işlem kayıt düzeninin sağlanması bir devrim olup, bunun aritmetik maliyetleri, ancak geometrik artışlı faydaları olacaktır.
Özel Sektör Kuruluşlarını Kayıt Dışına İtici Sebeplerin Başında Gelen Vergi Yükleri İle Uygulamaları Alanında Alınabilecek Bir Kısım Tedbirler
Ülke işletmelerimizin sayısal olarak çok büyük bir kesimini teşkil eden esnaf faaliyetleri ile küçük işletmelerde, işlemlerin resmi kayıt altına alınamamasının temel sebebi, ağır vergi yüküdür. Gerçekten yoksulluk veya açlık seviyesi olarak ifade edilen ve geçmişte en az geçim indirimi olarak ifade edilerek vergilendirme dışında bırakılan tutarlar dahi bugün matrah kapsamındadır. Yoksulluk seviyesinde bir gelir elde ederek geçimini sağlamaya çalışan bir esnafın bile, Gelir Vergisi ödeme mükellefiyeti altına alınması, sermaye kazançları tarifesinden vergilendirilmemesi gereken ücret gelirlerinin ayırma kuramı gereğince farklı tarifeye tabi tutulurken, asgari ücrete değil de aylık 6.000,- TL. nin üzerinde kazancı olanlara düşük tarife uygulanması ve bu yolla ayırma kuramının gerçekleştiğine inanılması adeta bir kara mizah teşkil etmektedir.
En az geçim indirimini etkin bir biçimde uygulayarak bu dilimdeki vergilendirmeyi kaldırmak, hem devletin sosyal devlet vasfını öne çıkaracak, hem de ekonomik hayatın temel göstergelerinden birisi olan işsizlik sorununun çözümünde güçlü bir rol oynayacaktır.
Küreselleşen bilgi ve pazar paylaşımının etkisi ile aşağı çekilen fiyatlar içersindeki kâr payları minimize olmakta iken, mal ve hizmetlere yaygın olarak %18 oranında KDV uygulamasının fiyatlardaki ağır yükü, pazarlıkların bu tutar üzerinde yapılmasına yol açan ve işlemleri kayıt dışına iten başlangıç sebeptir. Bu oranın kanunda genel oran olarak tanımlanan %10 oranına çekilmesi gerekmektedir. Devlet gelirlerinin %70 ‘ inin dolaylı vergilerin teşkil ettiği bir ortamda, orta ölçekli bir özelleştirme işlem bedelini bile karşılamayan milyonlarca esnaf ve küçük işletmenin beyana dayanan vergilendirme işlemleri için ihdas edilen defter belge ve kayıt düzenlerindeki zorunluluklar kaldırılmalıdır. Bu kesimin vergisel mükellefiyetleri mal ve hizmet alımları sırasında kaynakta tevkifat yöntemi ile yapılarak, gerçek işlemlerini diledikleri gibi kayıt altına almaları sağlanmalıdır.
İşlemlerin kayıt dışına itildiği bir vergi uygulaması da şirket kâr paylarının dağıtılması sırasında yapılan vergi tevkifatıdır. Gelir üzerinden alınan vergilerde, kurum kazançlarının tamamen kurum bünyesinde veya kurumda vergilendirme yapmadan gerçek kişi nezdinde vergilendirme seçeneklerinden, halen uygulanmakta olan vergilendirme sistemi, karma bir yöntem olan, kısmen kurum bünyesinde, kısmen de gerçek kişi nezdinde olmak üzere (3) aşamada yapılmaktadır. Bu sebeple % 20 oranında kurumlar vergisi tahakkuku ile kurum bünyesinde yapılan birinci aşama vergilendirme yoluyla kurum kazancı üzerinden ödenmesi gereken verginin %35’ e ulaşan nihai vergi yükünün 2/3 oranındaki kısmı zaten kaynakta, hatta geçici vergi uygulaması ile kaynağın başında tahsil edilmektedir. Dağıtılan kâr payları üzerinden ikinci aşama vergilendirme işlemini teşkil eden %15 oranındaki tevkifatla mükellef tepkilerine yol açılmakta ve büyük bir kesimi aile şirketlerden oluşan işletmelerde kâr dağıtım işlemi kayıt dışı olarak gerçekleştirilmektedir. Bu sebeple gerçek kişilerce elde edilen kâr paylarının yıllık beyanı üzerinden yapılacak olan üçüncü aşama vergilendirme de yapılamamaktadır. Şirket kâr paylarının elde edenlerce yıllık beyannamelerle beyan edilecek olması sebebiyle, dağıtım sırasında yapılan tevkifatın kaldırılması ile herhangi bir vergi kaybına da yol açılmadan kayıtlı işlem ortamı desteklenecektir. Bu uygulama kâr paylarının beyana dâhil edilme, vergi hesaplama ve tevkifatın mahsubu işlemlerinde yapılan varsayımları da kaldırmak ve vergi beyanlarının gerçek tutarlar üzerinden yapılmasını sağlamak suretiyle halen kâr paylarının yarısının beyana dâhil edilmesi uygulamasını da düzeltecektir. Ayrıca son yıllarda, kayıt dışı dağıtıldığı için kasada gözüken tutarlar ve ortaklar cari hesapları üzerinde yapılan vergi incelemeleri ile yol açılan zaman ve kaynak israfı da önlenecektir.
İşletme faaliyetlerinin yazılı sözleşmelerle yapılmasını veya yazılı sözleşmelerin kayıt altına alınmasını önleyen bir faktör de damga vergisidir. Kaldırılması hükümet programlarına da alındığı halde bir türlü vazgeçilemediği gibi, giderek oranları da yükseltilen bu vergi sebebiyle, yazılı sözleşme yapılmasından veya yazılı sözleşmelerin kayda alınmasından kaçınılmakta veya sözleşme bedelleri düşük gösterilmek suretiyle de işlemin ilk adımında kayıt dışı serüveni başlatılmaktadır. Pek çoğu ihtilafla sonuçlanan bu sözleşmeler sebebiyle yargıya taşınan işlemler, yargının bloke edilmesinde ve zaman ve kaynak israflarında önemli bir yer tutmaktadır.
Gayrimenkullere ilişkin bir kısım mevzuat düzenlemelerinin yol açtığı kayıt dışılık hakkında yayınlanan yazımızda belirtilen hususlar burada tekrar edilmeyerek söz konusu yazıya işaretle yetinilmiştir. (
www.muhasebetr.com 28.01.2010)
İhbar ve Muhbir İkramiyesi
İşletmelerdeki kayıt dışılığın yol açtığı çift kayıtlar sebebiyle, işletme içinden gelen şantajlara boyun eğilmekte, işletme içinde halledilemeyen durumlarda da ihbarlar sonucu verilen mahkeme kararları ile yapılan aramalarla başlayan vergi inceleme süreçlerinde, işletmelerin maddi manevi bütün birikimleri ziyan olmaktadır.
Halen işletmelerdeki bir kısım işlemlerin hangi amaçlarla kayıt dışı kaldığını bilen çalışanların, işlemlere muhatap ve muttali olanların gerek şahsi, gerekse kamusal hakların ihlal edilmesini önlemek üzere faziletli bir yurttaş gibi davranmalarının önünü açan Muhbir İkramiyesini Düzenleyen 1905 Sayılı Kanun yeniden gözden geçirilerek güncellenmelidir.
Sonuç itibariyle, özel sektör kuruluşlarında saydamlığın artırılması ve yolsuzlukların önlenmesi için aşağıdaki düzenlemelerin yapılması önerilmektedir.
1- Halen meclis gündeminde bulunan, ancak yasalaşmasının zaman alacağı anlaşılan Ticaret Kanunu tasarısının mali tabloların bağımsız denetimi ve yayınlanması ile ilgili maddeleri haricen ve öncelikle görüşülerek uygulamaya alınmalıdır.
2- Ticari sır kanun tasarısı yasalaştırılırken aşağıdaki hususlar gizlilik kapsamından çıkarılarak, kamuya açıklanmalıdır.
* Kurucuların ticari tecrübe ve birikimleri ile ortaklık payları ve pay değişiklikleri.
* Faaliyetlere ilişkin izin, yeterlik, ruhsat, kapasite, tescil, muafiyet, teşvik belgeleri, bayilik, acentelik, temsilcilikler ve bağlı diğer ilişkilerde ana firma ve alt ortaklık ilişkileri ile patent, marka, telif hakları gibi maddi olmayan hak ve mükellefiyet bilgileri.
* İşletmeye ait gayrı menkullerin tapu bilgileri.
* Üçer aylık faaliyet sonuçlarını gösteren bağımsız denetimden geçmiş mali tablolar.
* taraf olunan davaların davacısı, davalısı, konusu ile sonuçları.
3- Kamuya ihbar ve muhbir ikramiyesini düzenleyen 1905 sayılı kanun güncellenmelidir.
4- Esnaf ve küçük işletmelerin vergisel mükellefiyetleri mal ve hizmet alımları sırasında kaynakta tevkifat yöntemi ile yapılmalıdır.
5- KDV, kanunda yazılı %10 genel orana çekilmelidir.
6- Asgari ücret ve bu ücret seviyesine tekabül eden diğer gelirler vergi dışına çıkarılmalıdır.
7- Kayıt dışılığı özendiren Damga Vergisi kaldırılmalıdır.
8- Şirketlerdeki kâr payları dağıtımı üzerindeki tevkifat kaldırılmalıdır.
9- Vergi levhası uygulamasının kapsamı ve yöntemi yeniden düzenlenmelidir.
DİPNOTLAR
(1) Kararın başlığındaki milletler arası andlaşma ibaresi içerikle bağdaşmamaktadır
(2) Sivil toplum kuruluşlarının bağımsız denetim kapsamına alınması hakkında yeminli mali müşavir Nizamettin Temel tarafından yapılmış bir çalışma yayımlanmıştır.
(3) Ekonomik muhayyile kavramı, geçmişte yaşanan ekonomik olaylardan toplumsal hafızaya kaydedilen, kabulleri ifade etmek üzere kullanılmış olup, söz gelimi toplumdaki özellikle iş adamlarının enflasyon ile vergi oran ve uygulamalarını birlikte içselleştirerek ifade ettikleri “Dürüst olursan batarsın” algısı yaygın kabul görmektedir. Bu algının ortadan kaldırılabilmesi için ne tür tedbirlerle, ne kadar süreye ihtiyaç olduğu düşünülürse, ekonomik muhayyilenin kamu düzenlemelerine direnç gücünün farkına varılır.
(Bu makale 22.10.2010 tarihinde www.muhasebetr.com da yayınlanmıştır.)